sanki tülden bir perdenin arkasından bakıyormuşuz gibi, dışarı ve içeri. yaşamı bir türlü olduğu hali ile göremiyoruz. hep bir sis var sanki gözlerimizin önünde. gözlerimize inmiş sanki perde. gün doğumunun doğayı uyandıran renklerinde hep bir pus var, üzerimize düşen ışıklar hep kırık. kuşları beslemek istesek aramızda hep bir engel. elimizi uzattığımızda dolanıyor kolumuza, ayaklarımıza. ne zaman hareket etmek istesek olduğumuz yere daha çok çakılıyoruz. dolanıyoruz o perdeye. engellere. dokunamıyoruz hiçbir şeye; ya mikrop kaparsak, ya elimizi kolumuzu kaptırırsak… hiçbir şeye değmeden, uzaktan yaşıyoruz. uzanamıyoruz arzularımıza. yaşamla aramızda hep bir engel. eskiden kapısı dahi kilitlenmeyen evlere girebilmek için önce duvarlar sonra şifreler aşıyoruz. kendimizi önce dışı siyaha boyalı duvarların sonra perdelerin ardına kapatıyoruz. geriye dokunacak bir şey bırakmıyoruz. ve dokunmadıkça, yaşama uzanamadıkça daha da uzaklaşıyoruz. uzaklaştıkça gerçekler anlamını yitiriyor. yiten anlamların yerine yenilerini koyuyoruz. kendimizi duvarların ve perdelerin ardındaki o ulaşılamayacak noktada yeni anlamlarla tanımlıyoruz. yaşamın kendisi her şeye açıkken ve ihtimaller sonsuzken biz kendimizi dokunulmaz kılıyoruz. içimize önce perdeler çekiyoruz, kapıları kapatıyoruz ve duvarlar örüyoruz. dışını siyaha boyuyoruz. evimizin içini yapay olanla doldurup artık istemediklerimizi dışarı atıyoruz, sonrasını düşünmeden. içimizi, bizi biz yapanları benliğimizden atıp sentetik duygularla, düşüncelerle dolduruyoruz, gerçekten ne istediğimizi bilmeden. bizi yaşama bağlayan ipleri bir bir çözüyoruz; hayvanları vitrine, çiçekleri plastik saksılara yerleştiriyoruz. yaşamla aramıza duvarlar ördüğümüz yetmiyormuş gibi yaşayan diğer her şeyi de o sınırlara hapsediyoruz. yaşamın kendisini sınırlamaya bayılıyoruz. köklerimizle olan bağımızı kopartıyoruz; gün geçtikçe gerçek olandan uzaklaşıyoruz.
perdeler, kapılar, duvarlar, sınırlar. ne zaman bu kadar çok engel oldu hayatımızda? ilk perde ne zaman çekildi gözlerimize? ne zamandan beri dokunmuyoruz yaşama? ne zaman örüldü o duvarlar da uzanamıyoruz dünyaya? kimi özgürleştirmiş oluyoruz sınırlar çekince hayata?
oysa köklerimiz var bizim; kendini yiyip tüketen değil üreten, çoğaltan, yaşatan, anlam veren, avutan köklerimiz. kurumaya terk ettiğimiz. bu kadim toprakların derinliklerinden, yerin yedi kat altından yükselen medeniyetlerin hikayesi yazılı ellerimize, avuçlarımıza. tüm o çizgiler köklerimiz bizim. insan olma halimiz. ihtişamı primitifliğinde olan değerlerimiz. unuttuğumuz benliğimiz.
biz, hepimiz, birbirimizin içine o kadar çok geçmişiz ki; ayırmak, koparmak, çizgi çekmek nasıl mümkün olabilir? oysa sürekli bir devinim halindeyiz. insanlık tarihi dünya üzerinde durmak bilmeyen bir dalga. ordan oraya. ama hep iç içe, birbirine geçe geçe. birbirinin içinden yayıla yayıla. birbirinden beslene beslene. üstüne koya koya. öncekine eklene eklene. köklere, her şeyin başladığı derinlere inmek daha gerçekçi, daha olduğu gibi değil mi? bir suyu yolundan nasıl ayırabilirsiniz ki?
modern yaşamın en ağır bedeli, bize kendimizi unutturmak oldu. kendimizi öyle yücelttik ki ne olduğumuzu unuttuk. modernizm insanı öyle ‘özgür’ kıldı ki insanlığı unuttuk. insandan öyle uzaklaştık ki piramitleri inşa edenler bu dünyadan değil sandık. makinalara öyle bel bağladık ki insanı da makinalaştırıp onu verdiği ve verebileceği tüm değerlerden koparttık. buğday ilk kez bu topraklarda yetiştirildi. bundan 12000 yıl önce. yaşamın en cömert tohumunu kuruttuk. topyekun bir ekosistemi paramparça edecek cesareti ne hakla kendimizde bulduk? bundan 5000 yıl önce bu topraklarda dokuma tezgahları kuruldu. biz o kumaşı neden bozduk? hangi geçmişi kendimize gelecek gördük? peki ya şimdi, hangi kökten besleniyoruz da hangi dala uzanıyoruz?
çünkü diğerini seçtik; kolay olanı, kısa yoldan çıkanı, güzel gösterileni, kötü söz söyleyeni. bir vakitte biz de, zamanında siz de. belki hepimiz değil; ama çoğumuz. hep bir diğerini seçtikçe, git gide kuruduk. birer birer çözdük iplerimizi ve bir anda sanki her şeyi unuttuk. köklerimizi, ellerimizi; yaşatabileceklerimizi, dokunabileceklerimizi. bu, geçmişe özlem mektubu değil. zaman geriye akmaz. bu, geçmişte yaptığımız seçimlerin şimdiki zamanı getirdiği hale dair bir serzeniş. çünkü güzel şeyler de vardı; elbette oldu. şu an bu mektubu olduğunuz haliniz ile okuyorsanız, güzel şeyler olmuş demektir. artık bu güzellikleri üretmeli, çoğaltmalı ve yeşertmeliyiz. zor da olsa, yol uzunsa da; güzellikle, kibarlıkla.
biz ikimiz, bundan 8 sene önce tanıştığımızda, karşısında durduğumuz her şeyi önümüze koyduk ve bir seçim yaptık. hayatımızın geri kalanını güzel olana doğru şekilde ulaşmak için insanca yaşayarak geçirmeye karar verdik. elimizden ne geliyorsa onlardan bir dünya kurduk. kurumaya yüz tutan köklerimize dokunduk. biricik hayatımıza kıymet katan gezegenleri tek bir sıraya dizdik. adını one square meter koyduk. bugün, tüm bu olan bitenin gölgesinde ve ihtimallerin ışığında, 8. yıl koleksiyonumuz BEING’in sıcak hava edisyonu yayında.
kendimizi ve yaşama olan yaklaşımımızı kıyafetle aktarmayı seçtik. ört(ün)mekle başlayan ve temel bir ihtiyaca dönüşen giyinme eylemine yüklediğimiz zamanlar, mekanlar ve anlamlar bütünü özünde kıyafet. tarih boyunca, geçtiği coğrafyayla ilişki içinde ve yüklendiği karşılıklarca değişen silüetler bütünü. hikayesinden, yolculuğundan ve büründüğü hallerden ayrı düşünülemeyecek tek tek parçalardan oluşan bir bütün. sürekli geçirdiği dönüşüme rağmen köklerinden hep bir iz taşıyan, geçtiği zaman dilimlerine detaylarıyla selam veren ve farklı karakterlere bürünmeye açık bir dünya. tam da bu nedenlerle siz onunla ne söylemek istiyorsanız o. onu hangi zamandan, mekandan ve anlamdan görmek ve göstermek isterseniz tam da öyle. yaşama dair ne derdiniz varsa tam olarak o.
biz kıyafeti en yalın, özüne en yakın ve kendi anlamını giyeni ile zenginleştireceği şekilde tasarlamayı ve üretmeyi seçtik. onu tüm süslerinden ve gelir geçer fazlalıklarından arındırmak, formun kendisine daha da yakınlaşmamızı sağlıyor. bir cekette, pantolonda veya elbisede ne görmek istiyorsak onu gözümüzde canlandığı zamandan, mekandan ve anlamdan çağırıp kendi ifade şeklimizde yeniden aktarıyoruz. onu bugünün içine nasıl sokmalıyız, o bugün hangi hayatın içinde var olabilir ve üzerine hangi anlamları geçirebilir; tüm bu senaryoları zarif bir sadelikte, kullanımı önceleyen detaylarla ve zenginleşmesine olanak tanıyacak alanlarla birlikte düşünüyoruz. öncekileri gözden çıkartıp sürekli bir yenisine geçmek yerine elimizdekini olabileceği en iyi haline getirmek üzerine çalışıyoruz. bu bir kalıbın içinden yeni kalıplar çıkartmak da olabiliyor; mevcut bir kalıbımızı iyileştirmek de.
8. yıl koleksiyonumuzun sıcak hava edisyonu için köklerimize sadık kalıp yeni dallara uzandık. HEM LOW-CUT DRESS, bizim yolculuğumuzun üçüncü durağıydı, tasarladığımız üçüncü elbiseydi ve geçtiğimiz sene kesimini doğru şekilde yansıtacak kumaşı bulamadığımız için arkaya çekmiştik. bu bizi sınırlayan bir sorundu ve önceliğimiz buna çözüm üretmek oldu. model üzerinde daha çeşitli kumaşların yaşamasına olanak tanımak adına kalıpta düzenlemelere gittik. arzuladığımız kum saati formunu daha belirgin ve çarpıcı şekilde elde etmek için kalıp üzerinde, genel silüeti bozmayacak ve onu yükseltecek değişiklikler yaptık. daha seksi ve flörtöz olmasını, ve yine de yalın kalmasını sağladık. bu hali ile kadın koleksiyonumuza yeni bir nefes getirdi. tek başına son derece güçlü bir etkiye sahip olan elbise, üzerine kısa bir ceket veya gömlek giyildiğinde size mevsimlerce eşlik edebilecek kullanım değerinde.
incelikli tasarımı ve ustalıklı üretimi ile seneler içinde koleksiyonumuzun temel parçalarından biri haline gelen ve bizim için one square meter’ın henüz adını dahi koymamışken ulaşmayı arzuladığımız bir durak olan DEN OVERSIZED SHIRT ile biraz oynamak, onu konforlu alanından çıkarıp başka nereye gidebiliyor, onu görmek istedik. DEN OVERSIZED LONGLINE SHIRT, klasik gardırop alışkanlıklarının dışında ve fakat gardırobunuza kolayca dahil edebileceğiniz uzun gömleğe dönüştü. içine, altına ve üzerine giyeceğiniz tüm formları kolayca özümseyip kendini o buluşmaya rahatça ve tüm ayrıksılığı ile dahil edebilecek bir parça oldu. hacim yaratmak için kloş eteklerle veya dökümlü pantolonlarla, pürüzsüz bir silüet için dar kesimlerle ve kısa parçalarla bir arada kullanabilirsiniz. şık bir davete, toplantıya, hafta sonu buluşmasına giderken size eşlik etmesinden keyif alacağınızdan eminiz.
erkek koleksiyonumuzu çıkarırken kadın koleksiyonu ile yan yana gelişlerini ayrı düşünemezdik. öyle ki bakıldıklarında aynı gardırobun parçaları gibi görünseler de kendi proporsiyonları içinde doğru dengedelerdi. bu sayede BIG SHIRT’ü kadınlar için de yorumlamamız zor olmadı. grafik formu ve geniş kesimi, tek parça sivri ve düşük yakası, geniş ve dirsek üzerinde biten kısalıktaki kolları ile içinde kendinizi özgür hissedebileceğiniz gömlek, mevsimin getirdiği kullanım alışkanlıklarına kolayca adapte edilebilecek bir model ve hem kadınlar hem erkekler için hemen üzerinize geçirebileceğiniz, bu nedenle de vazgeçemeyeceğiniz rahatlıkta.
erkeklerin sıcak hava gardırobuna oldukça basit ve son derece kullanışlı bir model ekledik: LUN SHORTS. kesimi itibariyle hemen her vücut tipine uygun olan LUN PANTS’ten hareketle çeşitlenebilmesi, kalıp ailesi kurma prensiplerimizle de örtüştü. beli lastikli, kalçadan itibaren vücudunuza oturmadan daralan ve dizin hemen üzerinde biten şortun cepleri, dilediğinizde ellerinizi ve dilediğinizde elinizdeki eşyaları koyabilmenizi sağlayacak kadar derin ve geniş. yeterli kalınlıktaki bel hattında, kemer takmak istediğiniz zamanlarda size kolaylık sağlayacak bantlar yer alıyor. altına bir sneaker geçirip hafta sonu dışarı çıkarken veya terlikle deniz kenarına inerken rahatça üzerinize geçirebilirsiniz.
edisyonun kumaş seçimlerini yaparken zaman içinde tecrübe ettiğimiz, farklı mekanlara kolaylıkla adapte olabildiklerini gördüğümüz ve kalıplarımızla uyumlu birer kanvasa dönüşebildikleri için kullanmaktan keyif aldığımız bir seçki hazırladık. pamuk, keten ve yün gibi tarihsel gerçekliği olan temel elyaflardan dokunmuş, yüksek kalitesi ile uzun ömürlü ve doğal içerikleri sayesinde doğayla ve insanla barışık olmalarını önceledik. denimlerde ÇALIK DENİM’den, yünlülerde İPEKİŞ’ten ve pamuklularda better cotton initiative üyesi lokal üreticiden temin ettiğimiz kumaşlarımızı birbirleri ve gardırobunuzdaki diğer dokularla uyum sağlayacak bir yelpazede belirledik. dokumasına özel fitilli kadifeyi andıran dokusu ile naturel denim, üzerinde uçucu renkler tercih edenler için hafif soluk kiremit ve nötr dünyalarda gezenler için canlılığını içindeki maviden alan tonuyla kül grisi keten ile toprak tonlarına yönelenler için ideal bir ton sür ton aracı olurken nötr renklerle mükemmel bir kontrast uyuma sahip sütlü kahve renginde pamuklu kumaşlar edisyonun yenilerinden.
biz endüstrinin üretim yöntemlerini dert ederek şekillendirdik one square meter’ı. neden kaliteden taviz verince ve çalışan insanların haklarını hiçe sayınca daha ucuza mal edilebileceği için hiç satılmayacak kıyafetler diktirmeli ve elimizden çıkmalarını beklemeliydik ki? tek yol bu olamazdı. bu denklemde yaşama dair güzel hiçbir iz yoktu. bu yol, baştan aşağı, tepeden tırnağa yanlıştı. işletilen bu sisteme karşı kendi yöntemlerimizle bir doğru geliştirdik. bugüne kadar üst üste eklenen, biriken ve çığ gibi yaşamın üstüne çöken yanlışları bir bir soyarak öze ulaştık; kıyafeti en gerçek, en insani ve en barışçıl şekilde hayata getirmeyi seçtik. zor oldu, yol uzundu; ama yaşama karşı güzel ve kibardı. çünkü bir tasarımı gerçekten kıymeti kılan onun hayata getiriliş şekliydi; kendisi dışındaki her şeyi yiyip tüketerek değil de üreterek, çoğaltarak, yaşatarak, anlam vererek ve avutarak yaşamın içinde kendine bir yer açmalıydı. köklerimize dokunmalı ve bizi yeni ihtimallerle tanıştırmalıydı. bakış açımızı ve endüstrinin kabullenişlerine karşı geliştirdiğimiz üretim yönteminin aşamalarını geçtiğimiz edisyon başında bir rehberde toplamıştık, göz atmanızı çok isteriz.
edisyon çekimlerimizi, saygın mavinil ile birlikte, köklerimizi ve bu coğrafyanın kıymetini en görkemli şekilde sergileyen merkezlerden olan troya müzesi’nde gerçekleştirdik. çanakkale’ye taşındığımızdan beri birkaç kez ziyaret ettiğimiz ve her ziyaretimizde farklı bir köşesinde bambaşka bir detayla karşılaşıp heyecan duyduğumuz troya müzesi, mitolojiyle iç içe geçmiş tarihi olağanüstü bir mimari içinde toplayan eşsiz bir mekan. içinde ışıkların kırıldığı rampalarından zarafetleri karşısında duygulandıran buluntularına müze, zamanı, mekanı ve anlamı koparıp kendi zamanı, mekanı ve anlamı içinde yeniden bağlayan yapısı ile son derece büyülü ve oldukça brütal, köklerimize uzattığı elleri ile son derece davetkar ve olabildiğince gerçek. bize bu olanağı tanıdığı için troya müzesi müdürü rıdvan gölcük’e müteşekkiriz. müze girişinde yer alan yazıyı da mektubumuza iliştirmek isteriz…
“mö 3000’de başladı bizim bu coğrafyadaki serüvenimiz... bir zamanlar, şimdi ova olan bu yer henüz bir körfezken, ticaret yolları üzerinde parlak bir kenttik. kutlamalara, kahramanlıklara tanık olduk. savaşlar ve yangınlar gördük. sırlarla dolu geçmişimiz hakkında tarihçiler, arkeologlar ipuçları aradılar yıllarca. şu an çevrenizde gördüğünüz kalıntılardan çok daha fazlası vardı yaşamımızda.
kentimizin uzun ve inişli çıkışlı tarihi boyunca bastığınız topraklara bastık, geçtiğiniz tarlaları ektik, şu köşedeki taşlarla surlar inşa ettik, denizden balık tuttuk, bu topraktan çömlek yaptık, sıcak yaz günlerinde karşıdaki zeytin ağaçlarının altında dinlendik, savaştık, yok olduk…
bu coğrafyayı, rüzgarı, toprağın, gökyüzünün ve denizin rengini, havayı, zeytin ağaçlarını ve taşları hafızanıza yazın. az sonra rampadan inerken yıkık burçlar ve troas’ın verimli toprakları geride kalacak. rampa sizi bugün bildiğiniz troas bölgesi’nden geçmişe, troya’nın hikayesinin büyük bir bölümünün keşfedilmeyi bekleyen dünyasına taşıyacak. burada troya’dan gelip geçmiş ve bu topraklarda kalıp yitmişleri anlamaya başlayacaksınız.”
bu mektup, geçtiğimiz bir hafta içinde, seneler için biriken inişli çıkışlı ruh halleri eşliğinde; öfkeyle, üzüntüyle, inatla, heyecanla ve umutla yazıldı. benzer halleri paylaştığımızı biliyoruz. bizimle bu yolu paylaştığınız için teşekkür ederiz. birlikte üretmeye, türetmeye, yaşatmaya ve yeşertmeye devam etmek dileğiyle.
umarız siz de kıyafetleri seversiniz ve yaşama dair güzelliklerde buluşmaya devam ederiz. aklınıza takılan her veya herhangi bir konuda bize seslenebilirsiniz.
tanışmak ve yeniden karşılaşmak üzere.
sevgiler bizden,
zeynep & çağrı